nasıl bir dünya istiyoruz?

20 Mayıs 2010 Perşembe

taksim'de yaşanan çıplaklıkların ardındaki dram

taksim'e çok sık gitmiyor olmama rağmen, her gidişimde ayrı bir dramla karşılaşıyorum. her gidişim ayrı bir olay, her gidişimde gözlerim önünde sergilenen bir başka insanlık ayıbı. çıplaklıklar ve bu çıplaklıkların ardındaki göz yaşartan dram. yanlış anlaşılmasın, 'çıplaklık'lardan kastım, yalnızca fiziki anlamdaki çıplaklık değil; insana, hayata ve insanın dünyadaki varlığına ilişkin temel nedene dair bir çıplaklık bu, tüm bir toplumu giderek sarmalayarak yok eden, bir büyük kültürel birikimi yok sayan, insana dair ne varsa alıp götüren...

öncelikle şunu söyleyeyim: taksim'i pek sevmiyorum. sevmememin nedeni yukarıdaki paragraftaki insana ve insanlığın yitip gitmekte olan değerlerine ilişkin kafamda oluşmuş 'taksim imgesi'. taksim, benim için bu değerlerin yok oluşunun, yüzlerce yıl içinde bir toplumun kendi kendine tesis ettiği kutsal değer yargılarının, bir siyasi yapı tarafından yeryüzünden çekilmeye çalışılmasının sembolü. işte o yüzden kişisel bir tavır alış, kişisel bir protesto yöntemi olarak mümkün olduğunca taksim'e gitmemeye çalışıyorum. fakat, zaman zaman da olsa taksim'e gitmeye mecbur kalabiliyorum. bu gidişlerimden birisi de bundan yaklaşık 1 yıl kadar önce, geçtiğimiz yılın yaz aylarında gerçekleşti. uzun zamandır türkçe'ye çevrilmesini beklediğim bir kitabın yayımlandığı haberini almıştım. bir cuma akşamı, havanın da hafiften serinlemeye yüz tuttuğu akşam saatlerinde işten çıktığım gibi soluğu taksim'de alıyorum. meydanda otobüsten inip istiklal'e doğru yürüyorum. fransız konsolosluğunu, taksim'e gittiğimde genelde yemek yemeyi tercih ettiğim borsa lokantası'nı, insanları, insanları ve yine insanları geçiyorum. ama daha önümde epeyce yol var kitapçıya ulaşabilmem için. istiklal caddesi işten benim gibi yeni çıkmış insanlarla dolu. bu doluluğun ve bu insanların yarattığı 'entropi'nin bir sembolü olduğunu düşündüğüm sokaktan arşa doğru yükselen bir uğultu yükseliyor ve allah'a ulaşıyor sanki. uğultu artıyor, artıyor ve giderek kulaklarımda daha da fazla tahribat yaratıyor sanki. 'israfil de 'sur'u böyle mi üfleyecek acaba?' diye kendi kendime soruyorum.

sonra istiklal'in sağ tarafında kalan giyim mağazalarından birinin önünde tartışan bir çift görüyorum. tabii yaşadıkları şeye 'tartışma' diyebilirsek! yaptıkları şey düpedüz kavga. daha doğrusu, daha açığı, adamın biri; oldukça açık saçık giyinmiş bir kızı hırpalıyor. aramızda yaklaşık 10 m mesafe var. ama ben, arşa doğru yükselen o kulakları sağır eden uğultuya rağmen, adamın kıza ne dediğini duyuyorum. istiklal caddesinin ortasında, kimse olan bitene bir şey demeden bir sinema filmi gibi olanları izliyor diyeceğim ama izlemiyor bile. işte değinmeye çalıştığım yokluğun, yok oluşun simgesi hali olma durumu da bu zaten. o caddede yaşanan nice tükenişin yalnızca bir örneği. tahmin ediyorum, o an ben de bir akıl tutulması yaşadım ve aramızdaki 10 m'lik mesafeyi tükettikten sonra kızla oğlanın yanlarında durdum. ikisinin de yaşı benden küçük olmalıydı. ama aramızdaki yaş farkı da fazla sayılmazdı. kavgaları bir anda sona erdi. sanki hiçbir şey yokmuş gibi bana bakıyorlardı. ben de onlara baktım tek tek. sanıyorum bu bakışma yaklaşık 10 saniye kadar sürdü. oğlana, 'neden vuruyorsun kıza?' dedim. 'sana ne?' dedi. bu arada etrafımızda da insanlar durmuş bize bakıyorlardı. sanki caddedeki insan kalabalığı, kızla oğlanın tartışmasından zaten haberdarmış da, aralarından birisinin bunu neden yaptıklarını sormasını bekliyormuşcasına olan biten seyreyliyormuş. biraz kaşlarımı çatarak, biraz da öfkeli bir üslupla 'ne demek sana ne, neyin oluyor bu kız senin?' diye sordum oğlana. 'kız arkadaşım' dedi. o anda kız bana doğru döndü ve sanki benden bir şey bekliyormuş gibi bir ses tonuyla, 'hayır. kız arkadaşı falan değilim. ayrıldık biz.' dedi. 'peki' dedim, 'madem kız arkadaşın da değil, çekil git rahatsız etme kızı' dedim. 'sana ne lan' falan diyecek gibi oldu, elini kaldırır gibi olmasıyla birlikte kolunu büküp eline vermem bir oldu. bu arada etraftaki sağduyulu vatandaşlar da elemanı alıp olay yerinden uzaklaştırdı. kız teşekkür etti. ben olmasam ondan nasıl kurtulacağını bilmediğini, gerçekten son haftalarda onun yüzünden sıkıntılı günler geçirdiğini anlatmaya başladı. ama ben ne dediğini tam olarak anlayamıyordum. hatta öyle bir an geldi ki, artık yalnızca ağzının oynadığını görüyor, ne dediğini hiçbir şekilde duymuyordum. öteden beri mustarip olduğum tansiyon sorunum gene beni bulmuştu. bir yere gidip oturmam gerekiyordu. ama kız hala anlatıyordu bir şeyler ve ben yine hiçbir şey anlamıyordum. son gücümü toparladım ve kıza, 'ben şurada bir yerde oturacağım. sen de gelmek ister misin?' diye sordum. 'tamam' dediğini anlar gibi oldum.

gittik bir yerde oturduk. yediğim yağsız bir kaşarlı tost, içim ayran ve erikli suyun etkisiyle kendime gelebilmiştim. öğrenciymiş, işletme okuyormuş. 'neyiniz var?' diye sordu. 'tansiyon, ama şimdi iyiyim' dedim. 'neden vuruyordu sana?' diye tekrar bu defa kıza sordum aynı soruyu. 'ayrılmamızı bir türlü kabullenemiyor, peşimi bırakmıyor bir türlü' dedi. 'kim bu? neci?' diye sordum. 'çalışmıyor' dedi. 'babası emekli asker' dedi. 'nerden tanıştınız peki?' diye sordum, kuğu gibi boynunu önüne eğdi, 'geçen sene' dedi, 'hatırlarsınız cumhuriyet mitingleri vardı. ben onlara katılmıştım, hatta izmir'e bile gitmiştim. çağlayan mitinginde tanışmıştık' dedi, yaptığından sanki bugün utanıyormuş gibi bir tavırla. 'ailen nerde' diye sordum. 'manisa'da' diye cevapladı. ev arkadaşlarıyla beraber yaşıyormuş istanbul'da. zaten biraz da bu yüzden çocuk bunu rahatsız ediyormuş. 'okulun yurdu yok mu?' diye sordum. 'var' dedi. 'dersler nasıl?' diye sordum. başını önüne eğdi yine. 'anladım' dedim. çantamdan bir kart çıkardım ve karttaki numarayı yazmasını istedim. yurda yerleşmesinin kendisi açısından daha doğru olacağını, bu numaradaki kişinin de kendisine bu konuda yardımcı olacağını söyledim. kendi kartımı da verdim. 'evet haklısınız' dedi.

mekandan çıktık, kızı evine bıraktım. istediği zaman arayabileceğini söyledim. tekrar teşekkür etti. sonra kendisine verdiğim telefonun sahibi arkadaştan öğrendiğime göre, yurda çıkmış. kız beni birkaç kez tekrar aradı ve tekrar tekrar teşekkür etti. çocuk o günden sonra onu rahatsız etmeyi bırakmış. dersleri çok iyiymiş, yıl sonunda okulu bitirecekmiş falan. hakikaten de geçen ay elinde üniversitenin çıkış belgesiyle geldi. henüz diplomayı vermemişler ama mezun olduğunu gösterir belgeyi bana gösterdi. bir yerde de işe başlayacakmış.

'siz olmasaydınız..' diye söze girdi, parmağımı dudaklarıma doğru götürdüm ve 'tamam' dedim.

belki yaşanacak böylesi dramlardan birini önleyebilmiştik. peki, ya diğerleri ne olacaktı?
(nasilbirdemokrasiistiyoruz, 04.09.2009 09:55 ~ 10:33)

2 Ağustos 2009 Pazar

ertuğrul özkök türk gazeteciliğinin zirvesidir

olaylara saplantıyla bakmaması; temel prensiplere sadık kalmak $artıyla konjonkürel olarak 'deği$meyen tek $ey deği$imin kendisidir' $iarıyla pozisyon alabilmesiyle arkada$ toplantılarında büyük bir açıklıkla ifade edebildiğim bir cümle.

bazılarının sürekli olarak dalga geçtiği 'gelin itiraf edelim' kalıbı bile, kendi kendimize itiraf edemediğimiz ama içten içe gerçekliğini bildiğimiz siyasi gerçeklerin farkına varmamızı sağlıyor ertuğrul özkök. türk gazetecilik hayatında bu gerçeklikleri bu kadar açık bir $ekilde ifade edebilmenin öncü temsilcisi ertuğrul özkök'tür. özkök sonrası ardından giden ba$ka yazarlar türkiye'nin bugün çözüm bulmaya çalı$tığı siyasi yaraların çözümü için kalem oynatmaktadırlar. hem merkez medyanın amiral gemisinde genel yayın yönetmenliği yapmak, hem de büyük siyasi sorunların çözümü için iğneyle kuyu kazmak kolay i$ değildir. üstelik etrafında, daha 3. sayfasında statükonun en temel ta$larından biri otururken.

bu ve bu gibi nedenlerden ötürü, bugün türk gazeteciliğinin gelebileceği en yüksek noktanın ertuğrul özkök olduğunu dü$ünüyorum. bence hem üslup açısından hem de içerik açısından türkiye'nin en büyük gazetecisi/ genel yayın yönetmeni ertuğrul özkök'tür.
(nasilbirdemokrasiistiyoruz, 02.08.2009 11:35)

12 eylül en çok islamcılara zarar verdi

uzun süredir üzerinde dü$ündüğüm, tahliller yaptığım, alt metinler okuyarak geli$tirdiğim bir ifade, uğra$ılardan sonra vardığım yargı. askeri darbe belki o zaman ülkede hakim olan kaos ortamının nihayete erdirilmesi açısından bazı çevrelerce gerekli görülmü$ olabilir. nitekim büyüklerimiz hep anlatıyor o dönemdeki anar$ik olayları. evden çıkıp i$e giden her insanın ak$am eve döneceğinden ku$ku duyuluyormu$. ya bir çatı$mada kurban gider ya da olaylara karı$ıp içeri alınırsa diye.

inanın az önce zaman gazetesi yazarı değerli aydın ali bulaç beyi dinliyorum, anlattıkları $eyler gerçekten tüylerimi ürpertti. sırf islami duyarlılıkları ön plana çıkaran bir dergi çıkardığı için günlerce selimiye'de hücrede sekiz ki$i olarak kaldığını anlattı. üstelik sürekli 'kemikkıran' adlı bir polis tarafından acımasızca dövülerek. günde 2 defa ve yalnızca 5 dakika olmak üzere tuvalete gitme hakkıyla. bunun gibi daha nice islami duyarlılığa sahip aydınımız hak etmekdikleri bu muameleye maruz kaldılar.

bakın askerlerle ali bulaç bey arasında geçen diyaloğu aktarayım size;

asker: siz komunist misiniz, niye aldılar sizi içeriye?
ali bulaç: yok ağabey biz dergi çıkarıyorduk
asker: hadi la, camiden mi aldılar da getirdiler sizi?
ali bulaç: evet camiden getirdiler
asker: dalga mı geçiyon la sen bizle

bir ba$ka aktarabileceğim anektod ise ali bulaç ile o dönem de yine cumhuriyet'te yazan bir arasında geçen diyaloğ. ali bulaç aynı cezaevinde kaldığını gördüğü yazara geçmi$ olsun demek için yanına gider,

ali bulaç: geçmi$ olsun efendim
cumhuriyet yazarı: sağolun, size de geçmi$ olsun, komunist misiniz siz de?
ali bulaç: hayır efendim, biz tefsir dergisi çıkarıyorduk
cumhuriyet yazarı: haa sağcısınız yani (arkasına bile bakmadan çeker gider)

i$te solcu anlayı$ veya kendini solcu zannedi$ böyle bir $ey. adam sana gelmi$ efendi gibi 'geçmi$ olsun' dileklerini sunuyor, sen 'sağcı' olduğunu duyar duymaz topukluyorsun. ayıp ya.
(nasilbirdemokrasiistiyoruz, 02.08.2009 08:56)

ak parti gelmeseydi türkiye batacaktı

bundan sanıyorum 1-2 yıl önce meclis müzakereleri esnasından ak parti milletvekili prof. dr. burhan kuzu beyin sarfettiği son derece doğru söz. hatta sanıyorum ana muhalefet ve yavrusu muhalefet partilerine $öyle seslenmi$ti burhan bey, 'hadi ordan, hadi ordan, ak parti gelmeseydi türkiye batıyordu be, allahtan ak parti geldi de toparlanma ba$ladı.' tam olarak böyle olmasa da a$ağı yukarı bu $ekildeydi sözleri. fakat benim gayem, bu sözün arka planını 4 temel ana ba$lık halinde ele almak ve doğruluğunu ispat etmek olacak.

1- ak parti'nin türkiye'nin çimentosu olmasıak parti, 7 siyasi bölgeden müte$ekkil olan ve 3 kasım 2002 tarihine kadar her bölgesi ayrı telden çalan türkiye'yi belli bir nizama sokmu$tur. siyasi iradenin egemenliğini ve desteğini hisseden millet i$ine, mesleğine ve evlatlarının yarınına daha sıkı sıkıya sarılmı$tır. farklı etnik kökenlerden, farklı dini inanı$lardan gelen ve aralarında geçmi$te ya$anan bazı tatsızlıklardan ötürü husumet olan bir kısım insanımızın neredeyse tamamı ak parti çatısı altında birle$mi$, karde$ kavgası ak parti sayesinde sona ermi$tir. diyaloğ, ho$görü, isti$are ve bir ve beraber olma düsturu ile hareket etmek suretiyle farklı toplumsal katmanlar bir araya gelmi$, kız alıp kız verilmi$, mahallelerde gerçekle$en sohbet toplantıları aracılığıyla insanlarımızın birbirleri hakkındaki ön yargıları son bulmu$tur.

2- ak parti'nin ekonomik anlamda ülkeyi yeniden tesis etmesiak parti, imaj itibariyle batıda olup esasen son komunist ülke olmak gibi bir ayıba sahip türkiye ekonomik tablosunu sil ba$tan yeniden düzenlemi$tir. özelle$tirme gibi çağda$ iktisadi argümanlarla hem hazineye bir dolu kaynak aktarılmı$, hem de özel sektörün eline geçen kamu iktisadi te$$ekküllerinin bu sayede teknolojik alt yapılarının çağda$ bir seviyeye gelmesi sağlanmı$tır. bu yolla vatanda$ daha kaliteli ve daha uygun fiyatlara hizmet satın alabilme $ansına sahip olabilmi$tir. yine ak parti döneminde konut ve araç satı$larında patlama ya$anmı$, milyonlarca buzdolabı, çama$ır ve bula$ık makinesi satılmı$tır. ekonomik kriz çığırtkanlarına duyurulur.

3- ak parti'nin sosyal politikalarıözellikle 1994 yılında istanbul ve ankara büyük$ehir belediye ba$kanlıklarını ak parti siyasi çizgisinin büyük bir zafer elde ederek kazanması ile birlikte, açlık ve kı$ın dondurucu soğukları ile mücadele eden vatanda$larımıza devletin (veya o dönem için belediyenin) sıcak yüzü ile tanı$mı$lardır. 'sosyal' demokrat - merkez sağ koalisyonlarının yarattığı ekonomik krizlerin, havada uçu$an anayasa kitapçıklarının açlıkla imtihan ettiği osmanlı ahfadı bu büyük millet, ilk kez vesayet rejiminin değil, milletin değerlerinin bekçisi olmu$ bir siyasi anlayı$ ile tanı$ıyordu. nohudundan makarnasına, pirincinden kuru fasulyesine, her ramazanda her ilçede kurulan devasa iftar çadırlarından kurban bayramlarında payla$ılan dana / koyun etlerine kadar her imkan milletin önüne sunulmu$tu artık. hiçbir vatanda$ımız yatağa aç bir vaziyyette girmeyecekti. evlenme niyetinde olup bu hayırlı olayı gerçekle$tirecek maddi donanımdan yoksun genç hanım ve erkek karde$lerimize gerek kendilerine uygun bir e$ adayı bulmakta yardımcı olunacak, gerekse nikahları düğünleri belediyelerimizce ücretsiz bir $ekilde gerçekle$tirilecekti. bununla beraber evliliklerinde kendilerine yardımcı olacak, sıkı$tıklarında açıp okuyabilecekleri belediyelerimizce hazırlanmı$ danı$man kitaplar da bu uzun ve dolambaçlı evlilik sandalında kendilerine yardımcı olacaktı.

4- ak parti'nin özgürlük alanlarını genisletmesibildiğiniz gibi ana dili, dini birbirinden farklı vatanda$larımız öteden beri olmu$ ve devletçe bu vatanda$larımıza yönelik istenmeyen kimi hareketler gerçekle$tirilmi$ti. fakat ak parti döneminde bu davranı$ biçimleri sona ermi$tir. burada ak parti'nin kendisine sunulan vesayet rejiminin bekçisi olma teklifini sert bir dille reddetmesinin, kendisine yönelik olarak yayımlanan muhtıraları aynen muhatabına iade etmesinin büyük payı vardır. bu sayede sivil siyaset alanı bir daha daraltılamayacak kadar geni$lemi$, herkes yerini öğrenmi$tir. bununla beraber gerek dini azınlıklara gerekse de farklı etnik kökenden gelen yurtta$larımıza yönelik gerçekle$tirilen jestler, anadilde tv yayınına izin verilmesi, bizzat devletin birkaç kanalını bu gereksinime ayırması dikkat çekicidir. farklı mezheplerden vatanda$larımıza yönelik yeni açılımlar, düzenlenen çalı$taylar hep ak parti döneminde gerçekle$tirilmi$tir.7 yıl gibi kısa bir sürede benim hemen bir çırpıda aklıma gelen güzellikler bunlar. tüm bu ya$ananlar olmasaydı dü$ünüyorum da, allah korusun hakikaten türkiye batabilirdi. zaten millet de, 4 seçimdir bu güzellikleri ve ak parti olmasaydı olabilecekleri görüyor ve takdir ediyor.

ak parti daha nice yıllar bizi mutlu etmeyi istiyor. türkiye'yi birlikte, el ele yönetmeyi, sorunları diyaloğ ile a$mayı teklif ediyor.

haydi $imdi sıra sizde!
(nasilbirdemokrasiistiyoruz, 23.07.2009 09:34)

5 Nisan 2009 Pazar

akp'ye oy verenlerin yüzündeki ışık

sokaklarda yeri geldi mi bir amaç için, yeri geldi mi de amaçsızca dola$mayı severim. toplumla, toplumun o sıcacık atmosferiyle ısınmayı çok severim. bir in$aat için açılmı$ çukuru izleyen i$siz ve emekli adamların arasında bulunmayı, çukurdan çıkan suyun tarihçesini, yeraltı sularının günden güne azaldığını anlatan ya$lı adamın hayat, dünya ve alem hakkındaki dü$üncelerini dinlemeyi zevkli bulurum. o adamlar, o hikayeler, o sular ve o anılar hep bu topraklardandır. onlar, sorosçu vakıflar, feministler ve e$cinseller ve despotik laikçi sözde demokrat darbeciler gibi yapay değildirler çünkü. sıcaktırlar. sıcak oldukları için bu topraklardan birilerini görünce kar$ılarında, dertleriyle dertlenen birilerini gördüler mi severler, saygıda kusur etmezler. yaradılanı yaradandan ötürü sevmek gibi bir hasletleri vardır çünkü. mevlana celaleddin rumilerin, dadaloğluların, pir sultanların torunudur onlar. i$te onun içindir ki tepeden inmeci despotlar, akp'ye oy veren kitlenin yüzüne yansımı$ ı$ığın kaynağını bilemezler. yoksulluğun acısını, kömür kokulu evlerde büyümenin ne demek olduğunu bilemedikleri gibi. kızılay'a sokulmayan naif köylülerin torunlarını anlamaz onlar, anlayamazlar. ı$ık, i$te o ı$ık, o ı$ıktır ki bir gün milletin değerlerinin bu topraklarda hakim olacağının garantisi, üniversiteye sokulmayan kızların çocuklarının bir gün layık olduğu yere kavu$acağının, gecekonduluların da bir gün hayattan hakkını alabileceğinin garantisi. ben, o ı$ığa bütün içtenliğimle, inanıyorum.
(nasilbirdemokrasiistiyoruz, 04.04.2009 18:46)

28 Mart 2009 Cumartesi

kızların vermeme sebepleri

aslına bakılacak olursa iki temel başlık altında toplanabilecek sebepler bütünüdür.
a) kendinizden kaynaklanan sebepler
b) kızların türk toplumunun doğal bir parçası olmasından kaynaklanan sebepler
bunları biraz açmak gerekirse;a şıkkını şöyle ifade etmek mümkün kısaca: birinci olasılık, yeterince yakışıklı değilsinizdir veya yakışıksızsınızdır bunun için yapılacak çok fazla şey olduğunu ne yazık ki söyleyemem. ikinci olasılık ise yanlış kitleye hitap etmeye çalışıyor olmanızdır. örneğin dinle imanla uzaktan yakından alakası olmayan bir erkeğin türbanlı kızlarla yakinen ilgilenmesi pek akıl karı bir yaklaşım olarak görülemez. buna benzer olarak dindar bir erkeğin, dinsiz imansız allahsız, laik ateist agnostik aczmendi müsveddelesi kızlarla ilişki kurmaya çalışması zırtapozluktan öteye gidecek bir davranış biçimi elbette olamaz. ha tabi kendinize göre gelişmiş bir fantezi dünyanız var da, "ben böyle ters ilişkilerden acayip haz duyarım" diyorsanız akp'nin özellikle son yıllarda uygulamaya geçirdiği özgürlük alanını genişleten pek çok uygulamayla da uyumlu olarak toplumun da size anlayışlı bir çizgiye gelmesini bekleyebilirsiniz. yalnız ben yine de şansınızı çok fazla zorlamamanızı öneririm, zira akp'nin uygulamaya geçirdiği avrupa birliği reformları ne yazık ki toplumun damarlarına henüz tam olarak yayılamadı, bunun siz de farkındasınızdır. b şıkkının ise şöyle değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim: bundan önce de defalaca belirtildiği üzere bekaret vs gibi aslında yüzyıllarca öncede kalmış olması gereken ilkel algılamaların kızlar üzerinde yarattığı baskı ortamını gözden kaçırmamak gerekiyor. her ne kadar günümüzde özellikle belli kesimlerdeki kızlar böylesi ilkellikleri pek takmıyor olsalar da, geniş kitlelerin bu konudaki rahatsızlıklarını anlayışla karşılamalıyız. 3 kasım 2002 tarihinde gerçekleştirilen genel seçimler sonrası bilhassa kimi liberal çevrelerin desteği yanında akp'nin çekirdeğinde de bulunmakta olan demokratik zihinsel yapının etkisiyle geniş kitleler üzerindeki bu baskının günden güne kırılmakta olduğunu burada belirtmekte hiçbir sakınca görmüyorum. ne de olsa yiğidin hakkını yiğide her zaman verme taraftarıyımdır.
(nasilbirdemokrasiistiyoruz, 25.02.2009 09:34 ~ 09:37)

kandil gecelerinden habersiz dejenere tip

bırakın bu ülkenin ecnebi memleketlerle ili$kilerini, diplomatik parametrelerin uluslararası örgütlerle nasıl bir denge politikası ile yürütüceğini, fakir fukara garip gurebanın nasıl karnını doyurduğundan bile habersiz; milli, manevi bazı değerlerle alakası olmayan laik prensiplere göre formasyonunu tamamlamı$ tiptir. ulan, hadi ailenin alakası yok dinle imanla, hadi ateistsin, anladım bi yere kadar tamam. karı kız kaldırmaya ateistim ayağına ibadetmi$, ilahiymi$ falan bunları da zerre iplemiyon onu da anladım. amına koyyim, afedersin de müslüman memlekette ya$ıyon, allaha bin $ükür istanbul'umuzun dört bir yanı camilerle donatılmı$, ilaç için bir gün, bir cuma, "ulan bu adamlar, kadınlar buraya gidiyolar da ne yapıyolar" diye dü$ünmez misin bre gafil? hani inan, gel namaza dur demiyom, ya$adığın memleketin kültüründen, birikiminden iki damla nasibini almak da mı istemezsin? neden bu kadar dü$mansın bu kültürümüze? çocukken arkada$ların zibidilerle top oynayıp, terleyip susadığında hiç mi bir camiinin avlusuna girip abdest alan amcaların oradan su içmedin?
(nasilbirdemokrasiistiyoruz, 08.03.2009 15:33)